TRABZON -
Vakfıkebir İlçe Müftüsü Hüseyin Köksal'ın "ZAFERLERİMİZ ECDÂDIN HAK
MÜCADELESİ" makalesi…
Bismillahirrahmanirrahim.
Allah'a
hamd ve senâ, O'nun kutlu elçisine salât ve selâm olsun!
Alemlerin
Rabbi olan Allah (C.C.), insan nevini hürmete layık bir varlık olarak
yaratmış,(1) bu itibarına yaraşır özgürlük alanları belirlemiştir. Tam
manasıyla mutlu bir yaşam ve ebedi bahtiyarlık yalnızca bütün varlığın sahibi
olan Allah'ın istediği gibi söylemekle ve yapıp etmekle gerçekleşebilir.(2)
Gerçekte rûhun ve bedenin özgürlüğü de buradadır.(3) Bununla birlikte mutluluğu getireceğinden kuşku duyulmayan bu çağrıya icabet etmek de kişinin isteğine bırakılmıştır. Bu bakımdan dinin, aklın, neslin, malın ve canın her türlü tecavüze karşı korunması ve bu değerlerin yaşatılması için verilen mücadele kutsal sayılmıştır.
Gerçekte rûhun ve bedenin özgürlüğü de buradadır.(3) Bununla birlikte mutluluğu getireceğinden kuşku duyulmayan bu çağrıya icabet etmek de kişinin isteğine bırakılmıştır. Bu bakımdan dinin, aklın, neslin, malın ve canın her türlü tecavüze karşı korunması ve bu değerlerin yaşatılması için verilen mücadele kutsal sayılmıştır.
İnsan
onurunu rencide eden, yok sayan uygulamalar insanlık tarihi kadar eskidir.
Kişisel menfaatlerin çatışmasıyla başlayan hakkı ve haddi tecavüz ameliyesi,
ırkçı, mezhepsel, dinsel ve benzeri örgütlenmelerle yerküreyi cehenneme
çevirmiştir. Hepimizin hafızasında canlılığını muhafaza eden İslâm'ın kökleşip
filizlenmesine vesile olan Bedir, Uhud ve Hendek muharebeleri, yukarıda sözü
edilen özgürlüklerin korunmasına müteveccih vukû bulmuştur. Çünkü insan
fıtratının özünü teşkil eden özgürlük, dini yükümlülüklerin de esası
durumundadır. Meşrû eğilimlerini tercih etmesi için kesinlikle eğitilmeye
muhtaç olmakla birlikte müdahale ve baskıya konu edilmesi insan onurunu yok
eder. Mekke'de dini tercihler dahil insanca yaşama imkanından mahrum olan ilk
Müslümanların, ana yurtlarını terk ederek temel haklarını kullanabilecekleri
Medine'ye hicret etmeleri, hakkı ve adaleti topluma egemen kılmak içindi.
Esasında kutlu elçilerin davası da buydu.
Yakın
tarihimizde de egemen güçler cennet vatanımızda, özgürlüklerimize kastetmiş,
yer altı ve yer üstü bütün kaynaklarımızı sömürerek geleceğimizi yok etmek,
umutlarımızı ve imkânlarımızı sömürmek istemiştir. Allah'ın (C.C.) adını yüceltmek
isteyenlerle buna şiddetle karşı çıkanların yani hak ile bâtılın o dönemdeki
mücadelesinin bizâtihî kendisi olan İstiklâl muharebeleri, vatanımızda huzur ve
refah içerisinde yaşama gayesiyle Allah rızasına müteveccih gerçekleştirilmiştir.
Bu sebeple "Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin..."(4) ikazıyla Allah'ın mülkü olan yeryüzünde, tasarrufun da O'na ait olması için çalışanın Allah katındaki değerine atıfta bulunulmuştur. Vatan savunması uğruna ölenlere büyük mükâfat vaat edilmesi, savaştan kaçanlara da aynı ağırlıkta ceza öngörülmesi, bu mücadelenin görünen kısmıyla savaş olarak adlandırılmasının ötesinde, gayeye yönelik değerlendirme yapılmasını zorunlu kılar. Gayesi Allah rızası olmayan her davranış, sevaptan mahrum kaldığı gibi günah da bulanmış olur.
Bu sebeple "Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin..."(4) ikazıyla Allah'ın mülkü olan yeryüzünde, tasarrufun da O'na ait olması için çalışanın Allah katındaki değerine atıfta bulunulmuştur. Vatan savunması uğruna ölenlere büyük mükâfat vaat edilmesi, savaştan kaçanlara da aynı ağırlıkta ceza öngörülmesi, bu mücadelenin görünen kısmıyla savaş olarak adlandırılmasının ötesinde, gayeye yönelik değerlendirme yapılmasını zorunlu kılar. Gayesi Allah rızası olmayan her davranış, sevaptan mahrum kaldığı gibi günah da bulanmış olur.
Bu
değerlendirme tarzıyla asırlar evvel ilk Müslümanların müşriklere karşı vermiş
olduğu ölüm kalım mücadelesi, aynı zamanda tevhid mücadelesi idi. O zaman Allah
Resulü (S.A.V.), yakarışında, savaşın kaybedilmesi durumunda Allah'a (C.C.) kullukta
bulunacak kimsenin kalmayacağını ifade etmişti. Aynı durum ecdadımızın ağır
kayıplar verdiği bağımsızlık mücadelesinde ortaya çıkmış, Merhum Milli Şairimiz
Akif, Hz. Peygamber (S.A.V.)'in bu sözlerine atıfta bulunmuştur. Öyle ki, istiklâl
mücadelesinde yaşananların vahâmetini anlatırken, Bedir cengâverlerinin ancak
İstiklâl Harbi'nde düşmana karşı koyanlar kadar yüce olabileceğini dile
getirerek tarihsel izdüşüme işaret etmiştir.
İçinde
bulunduğumuz coğrafyanın İslâm diyârı olmasında, Ağustos 1071 en önemli
kilometre taşıdır. Ağustos 1922'de, bu toprakların düşmana ve bâtıla
kapandığını belgeleyen önemli belgedir. Bu nedenle yârının inşası, tarih
bilincinin yerleşip kökleşmesi ve geçmişin hatalarından ders çıkarılması ile
imkan bulabilir. İbadetlerdeki taklit dâhil hiç bir şekilde bilinçsizce
başkalarının yaptığını aynıyla yapmayı tasvip etmeyen İslâm, hayatın her
alanında ilkelerle hareket edilmesini doğru bulur.
Bir
vesile nice zorluklara katlanarak düşmana karşı zafer kazanan; Malazgirt Meydan
Muharebesi, Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve bu minvalde bil fiil vatanın her
karışında kanı, teri ve emeği bulunan, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak
üzere; cesaret ve gayretleriyle öne çıkan Nene Hâtun, Sütçü İmam, Halide Edip,
Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Afyon Müftüsü Hüseyin Efendi, İstiklâl
Şairimiz Mehmed Akif Ersoy ve daha nice adları bilinmeyen, kanlarıyla tarih
yazan vefâ timsali erkeklerimizi ve cefânın zirvesi kadınlarımızı, nihayet
İslam'ın bidâyetinden bu güne kadar gelmesinde emeği geçen bütün şehit, gazi ve
kahramanları minnet, duâ ve rahmetle anıyor, ebedî âlemde bahtiyarlık
diliyorum. Kadir Mevlâ aziz şühedâya rahmet eylesin. (Âmin...)
Duâlarda
buluşmak dileğiyle...
**
(1)
17/İsra, 70
(2)
51/Zariyat, 56
(3)
13/Rad, 28; 9/Tevbe, 23, 24
(4)
2/Bakara, 154; Al-i İmran, 169, 170; 9/Tevbe, 111; Saff, 10, 11, 12;2/Bakara,
190; Buhari, Cihad, 6
(Mithat
GÜDÜ - 20.08.2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder