23 Ocak 2011 Pazar

AHMET MUSAOĞLU, TARİH HATASININ DÜZELTİLMESİNİ İSTEDİ


Araştırmacı Yazar AHMET MUSAOĞLU, Yavuz Sultan Selim Han’ın annesi Dulkadiroğlu Beyi Alaüddevle Bozkurt Bey’in kızı Ayşe Gülbahar Hatun adına yaptırılan Trabzon Atapark’taki Camii’nin yapılışına ilişkin tarih hatasının düzeltilmesini istedi.


Konuya ilişkin Araştırmacı Yazar Ahmet MUSAOĞLU’nun Makalesi Aşağıda Sunulmuştur.


‘Anaların Yavuzu’nun ‘Türbe ve Camii’ sorunu!..


Uzun bir zamandır yazıyor, “Bakmayın siz Trabzon’umuza da ‘kültür şehri’ denilmesine, geçmişte öyle idi. Ama şimdilerde nerede; ‘bilgisizlik’ şehrimizde de yaşam biçimi olmuş, tüm şehirlerimizdeki gibi sergileniyor. Bilgisizlik ‘bilgi’nin yerine ‘değer ölçüsü’ olunca, ‘anormal davranış’lar ‘normal’, ‘normal davranış’lar da ‘anormal hal’ olarak yaşanıyor artık. Anormallik o kadar ‘normal hal’ halini aldı ki, hiç kimse farkında bile olamıyor anormalliğin artık.” diyorum…


Bugün de ‘aynı düşünceyi’ taşırken, yine, “Seni de sigaya çekecek bir Molla Kasım’ her dem bulunur hâli” rolümüzde, çok uzun zamandır farkında olunamayan bir “anormalliği”, bir ‘Çarpık kültür’ örneğini sizlerle paylaşıyorum. Osmanlı’nın ‘üç önemli’ padişahına; Feth edene, Şehzadelik yapana ve Kanuni olana ‘taht şehri’ olmuş Trabzon’umuzdan…


‘Eski Bir Başkent Ruhu’ taşıyan şehir…


Trabzon’lu şair rahmetli İhsan Topçu Bey’in, “Trabzon Sevdalanması” başlıklı şiirinde geçen, “Eski Bir Başkent Ruhu dolaşır” dizelerinden doğan ismiyle de, “Eski Bir Başkent Ruhu” taşıyan bu ‘özel mekân’da yaşamış “muhteşem üçlü”nün ‘ikincisi’, “Yavuz olan”ın annesi; Gülbahar (Ayşe) Hatun Sultan, Trabzon’umuzda ‘geçici uykusunu’ sürdürüyor. Yavuz Sultan Selim’in, annesinin hatırası için yaptırdığı, “Gülbahar Hatun Türbesi”ndeki sandukasında yatıyor. Türbenin hemen batı/yanıbaşında da, Yavuz’un annesi adına yaptırdığı, “Hatuniye Camii”, “Büyük İmaret Camii” ve “Valide Sultan Camii” adlarıyla da anılan, “Gülbahar Hatun Camii” bulunuyor. Gülbahar Hatun ismi, bu “Türbe” ve “Camii” de yaşıyor, Trabzon’un bir ‘mahallesinin ismi’ olarak da yaşatılıyor. Fakat, hemen her ‘güzel şeyi’ kaybettiğimiz gibi, ‘güzelim Trabzon’u da, bilgili/kültürlü (güzel) insanları da kaybettik!…


Kaybettiklerimizin biri de “Ayşe Gülbahar Hatun Sultan” oluyor. Bu muhterem kadın için, gezi türünün güzel örneklerini veren Yazar-Edebiyatçı İsmail Habib Sevük; “Yavuzu doğuran Ana, anaların Yavuzu” diyor. Yazı konumuz bugün, “Yavuzu doğuran Ana, Anaların Yavuzlarından biri” de o olan, Ayşe Gülbahar Hatun adına yaptırılan “Türbe” ve “Camii”nin, ‘yapılış’ tarihlerinin verilişindeki ‘hata/lar’ oluyor…


FOTO:1 (Foto: Ahmet MUSAOĞLU)

Gülbahar Hatun Türbe ve Camii ‘yapılış tarihleri’ ne oluyor!..
“Gülbahar Hatun Türbe ve “Camii”nin, yapılış tarihlerinin sunulmasındaki ‘çarpıklıklara’ itirazlarımı -fotoğraflarla da- ortaya koymak, yazacaklarımı belgelendirmek için, 16 Ocak 2011 Pazar Günü Türbe ve Camii’ye, bu defa fotoğraf çek(in)meye gidince, gördüğüm şunlar oluyor:


1-“Türbe’nin giriş kapısının sağ tarafındaki plaka/levhada, yapılış tarihi olarak; 911 (1505), yani “H. 911 – M.1505” yazdığı görülebiliyor (Foto-1)


2-“Camii”nin, ‘Son cemaat’ mahalline çıkılan merdivenlerinin üst kısmında -çıkan kişinin başı üst tarafında- bulunan levhada, Camii’nin yapılış tarihi olarak; “H(icri) 911 – M(iladi) 1491” tarihi yazıldığı okunuluyor (Foto-2).


3-“Gülbahar Hatun Camii” içine giriş kapısının ‘sağ tarafına’ yapıştırılmış ‘plaka/levha’da ise; “Yavuz Sultan Selim tarafından annesi Ayşe Gülbahar Sultan anısına 1514 yılında yaptırılmış..” açıklaması bulunduğu görülebiliyor (Foto-3)…


 FOTO:2 (Foto: Ahmet MUSAOĞLU)

FOTO:3 (Foto: Ahmet MUSAOĞLU)


FOTO:4 (Foto: Ahmet MUSAOĞLU)

İmdi:
a) Foto-1 ve Foto-2’de verilen, “Türbe”nin ve “Camii”nin ‘yapılış tarihleri’ bilgilerine baktığımızda: “Gülbahar Hatun Türbesi’nin “H.911” tarihinde, “Gülbahar Hatun Camii’nin de “yine aynı tarihte”, yani “Türbe” ve “Camii”nin “H(ciri).911” tarihinde yapıldığını öğreniyoruz!..


b) Foto-1 ve Foto-2’ye yine baktığımızda, “Türbe” ve “Camii”nin ‘yapılış tarihleri’ için, “H(icri).911” tarihi verilse de, “H(icri).911” tarihinin, ‘Miladi karşılıklarının’ birbirini tutmadığını, “Türbe”nin yanındaki levhada “M(iladi).1505” verilirken, Camii’nin, ‘Son cemaat’ mahalline çıkılan merdivenlerin üst kısmındaki levhada ise, “M(iladi).1491” tarihinin verildiğini görüyoruz…


Sizler, “Hicri 911” tarihinin, “Miladi” kaç yılına tekabül ediyor olduğu hesabını yapmadan, biz bu hesabı –Miladi yılın, Hicri yıla çevrimini- sizin için yaptık; “M(iladi).1505” tarihi, “H(icri).911” tarihi ediyor ki, bu durumda; “Gülbahar Hatun Türbesi’nin giriş kapısının hemen sağ tarafındaki ‘plaka/levhada’ okunan yapılış tarihi, “H(icri).911”, “doğru tarih” oluyor…


Miladi tarihten “Hicri tarihe” çeviri hesabımızı, Camii’nin, ‘Miladi yapılış tarihi’ olarak verilen “1491” tarihi için yaptığımızda; ‘Miladi 1491’in “Hicri” karşılığının, “H(icri).896” olduğunu buluyoruz ki, bu durum; ‘merdiven üzerinde (!) asılı levhadaki’, Camii’nin ‘yapılış’ tarihi olarak verilen “H(icri).911” ve “M(iladi) 1491” tarihlerinin, “yanlış tarihler” olduğunu ortaya çıkıyor.


Hâl bu olunca, Türbe’nin yapılış tarihi olan “H(icri).911” tarihi, Camii’nin ‘Hicri yapılış tarihi’ olmuyor. Bunun yanında, “M(iladi) 1491” tarihi de doğru tarih olmuyor.


Camii’nin “doğru yapılış tarihini” gösteren, Camii içerinse giriş kapısının hemen sağ tarafına yapıştırılmış ‘plaka/levhada’ okunan (Foto-3) “M(iladi).1514” tarihini, “Hicri tarihe çevirdiğimizde”, Gülbahar Hatun Camii’nin “Hicri yapılış tarihi”nin, “H(icri).920” olduğunu buluyoruz...


Bu durumda; “Gülbahar Hatun Türbesi’nin yapılış tarihi, “H(icri).911 – M(iladi).1505” olurken, Gülbahar Hatun Camii’nin yapılış tarihi ise, “H(icri).920 – M(iladi).1514” tarihi oluyor…


Doğru tarihler bunlar iken, her gün her kesimden insanın, ibadet veya ziyaret maksadıyla girip çıktığı, bazen de “çeşitli makamların” niyaz ve ibadette bulunduğu bu ‘iki güzide mekanda’ sergilenen ‘tarih çarpıklığı’, ne yazık ki de kimsenin dikkatini çekmiyor. Yazar çizer, ‘sanatevciler’ de ama, “kendi kimliğinden/kültüründen kopuklarca” bir türlü görülemedi, görülemiyor…


Bu görülemeyiş, “kırılan kimliğimizin”; “kendi kimliğimizi” değil de, “Bize/Öze ait olmayan bir başka kimliği” yaşayışımızın sonucu doğmuş, hâlen de yaşıyor!…


Ne yapılması gerekiyor?…


“Gülbahar Hatun Türbesi’ ve “Gülbahar Hatun Camii” için verilen, “911 (1505), yani H. 911 – M.1505” tarihinin, sadece “Türbe” yapılış tarihi olduğu için, Merdiven üzerinde –geçenlerin baş üzerinde- asılı bulunan levhadaki, “HİCİR 911, MİLADİ 1491” yanlışlıklarının değiştirilmesi, yerine, Camii’nin ‘gerçek yapılış tarihi’ olan “H(icri).920 – M(iladi).1514” tarihleri yazılması gerekiyor….


Dahası…


Vakıf(lar) için, “Cahili öğreten okul” tanımı da yapılsa da, ortada olan bu olmuyor. Gülbahar Hatun Sultan’ın “Türbesi” içersini gösteren fotoğrafa baktığımızda (Foto-4), “Türbe” içersinde, yer’de, “Sanduka”nın etrafında bir “halı” bile bulunmayışı sorunu, bir başka “kültürsüzlüğümüz-kendi kültürümüzü yaşayamayışımız” oluyor. “Kültür/Gerçek Bilgi”, hemen öyle kazanılamayacağı için de, öncelikle, “Türbe”nin içindeki “sandukanın” etrafının, ‘acilen’ halı (-otantik) döşenilmesi; “Yavuzu doğuran Ana, Anaların Yavuzlarından biri” olan Gülbahar Hatun Sultan rahmetliye, ama esasta “kendimize” saygımız olacaktır, bekliyoruz…


FOTO:5 (Foto: Ahmet MUSAOĞLU)

‘İdareci ve Alim/İlim adamı’ ilişkisi ‘ölçüsü’…


Mısır ülkesi, Gülbahar Hatun ‘valdemizin’ oğlu Yavuz Sultan Selim Han tarafından 1517 yılında fethedilmişti. Yavuz Padişah, ordusu ile İstanbul'a dönüyordu. Bu sefere, Sultan Selim Han'ın çok saygı gösterdiği büyük İslâm âlimi, zamanın şeyhül-islâmı da olan İbn-i Kemâl hazretleri de katılmıştı.


Ordu, mehter alayının zafer marşları ile geri dönüyor, Padişah ve yanındaki İbn-i Kemâl hazretleri, ordunun başında yürüyorlardı. Bir ara, İbn-i Kemâl'in atı birdenbire ürktü. Atının sıçrattığı çamur, padişahın sırmalı kaftanına bulaşmıştı. Vezirler telaşlandılar. Padişahın tavrının ne olacağını herkes merak ediyordu. Sultan Selim Han, bu büyük âlime dönerek:


-Üzülmeyiniz efendim! Âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, benim için en büyük şereftir. Bu çamur, kaftanımın süsü olsun! dedi.


Hemen vezirine:


-Çabuk bana başka bir kaftan verilsin! Bu çamurlu kaftan da böylece hazinemde saklansın! Ben ölünce, sandukamın üzerine örtülsün! diye emir verdi…


İşte, “medeniyet-adalet” doğuran bu tip “idareci-ilim adamı ilişkisi” de, “kaybettiğimiz güzelliklerden” oluyor. Tıpkı diğer şehirlerimizde olduğu gibi, “kültürsüzlüğün” hükümferma olduğu Trabzon’umuzda da “idareciler”, diğer şehirlerdeki “benzer örnekler de” olduğu gibi, “bakkal çakkal!!” açılışlarıyla ya da toplumumuzun “değiştirilip dönüştürülme projeleri” ile ‘daha yoğun’ oldukları için, “münevverlere” pek itibar edilemiyor!…


Trabzon’un, bu ülkenin de “Gerçek Yazarları”ndan biri olarak ‘Bendeniz’, esasta, “İLESAM Trabzon İl Temsilcisi” olarak; Trabzon Valiliği Özel Kalem Müdürü üzerinden telefonla istediğim ‘randevu’ talebim; ya aradan geçen ‘bir aylık bir süre’ yeterli görülmediği ya da Sayın Vali’nin, “Küresel Isınma’yı sorun gören” açıklamasına karşın, –bu şehir/ülkede, “Küresel Isınma iddiasının YALAN/TUZAK” olduğunu anlatan “Tek Eser” sahibi bir Yazar olarak (da) yaptığım, ‘karşı açıklamamın’ beğenilmeyişi sebebiyle olacak -ya da ne bilemiyorum-, hâlâ da “kabul edilmediği”, Ben de zaten, “artık randevu istemediğim” için-, “Gülbahar Hatun Türbesi” ve “Gülbahar Hatun Camii” üzerinden sergilenmekte olan “yanlışlıkların” düzeltilmesi isteğimi, buradan ‘kendileri’, kamuoyu ile de paylaşıyor, tarihe de gönderiyorum…


Ahmet MUSAOĞLU

Araştırmacı Yazar
http://www.ahmetmusaoglu.org/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder