İki olayın önemine binaen böyle bir yazıyı paylaşmayı uygun gördük. Hz. Peygamber’in İslam’ı tebliğ etmeye başladığı andan itibaren müşrikler zulümlerini her geçen gün artırarak, sürdürüyorlardı. MÜSLÜMANLARIN SAYISI ARTTIKÇA, YAPILAN ZULÜMLER DAYANILMAYACAK HALE GELMİŞTİ.
SONUNDA MÜSLÜMANLAR MEDİNE’YE HİCRET ETTİLER.
Müslümanların Mekke'den Medine'ye hicret etmesinden sonra da düşmanlıklarını devam ettiren müşrikler, Medine'de bulunan Müslümanlar üzerine yürüdüler. BEDİR, UHUD, HENDEK gibi savaşlar yapıldı. Müşrikler, bu savaşlarda Müslümanlar karşısında tutunamayıp perişan oldular.
Nihayet hicretin altıncı yılında Peygamberimizle barış yapmayı kabul edip Hudeybiye Antlaşmasını yapan Mekkeli müşrikler, iki yıl sonra bu antlaşmayı bozdular. İSLAM ORDUSU, hicretin sekizinci yılında Mekke'yi, kan dökülmeden aldı.
Hz. Peygamber: “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi size nasıl muamele edeceğimi sanıyorsunuz?” diye sordu.
Kureyşliler “Hayır umarız, sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız” dediler.
Hz. Peygamberimiz: “Haydi gidiniz, serbestsiniz” buyurdu.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız Mekke'nin Fethi mesajlarla doludur. Bu hadise, sadece İslam tarihinde değil, dünya tarihinde benzeri bulunmayan bir hadisedir. İmanları sebebiyle dayanılmaz işkencelere maruz kalan, boykot uygulanan, sonuçta da yurtlarından ayrılmak zorunda kalan Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) ve Ashab-ı Kiram’a Allah Teâlâ(C.C.)’nın en büyük lütuflarından biridir. Böylece evlerinden ve barklarından ayrı kalanlar, Medine’de temelini attıkları İslam Devletinin tekâmüle ereceği asıl merkezine dönüyorlardı.
MEKKE'NİN FETHİ ile Arabistan Yarımadasında ilk İslam Devleti de kuruluşunu tamamlamıştır. İslâm Dininin merkezi olan bu kutsal şehir, sirkten, putperestlikten ve bütün diğer hurafelerden arındırılmış olarak, yeni bir hayata kavuştu. İslâm Devleti elde ettiği gelirleri ihtiyaç olan yerlere adaletli bir şekilde dağıttığı için Mekke'nin her türlü ihtiyacı İslâm Devleti eliyle sağlanıyordu.
Fetihten itibaren Mekke, Hac zamanlarında büyük bir manevî atmosfere ve yoğun bir ticarî faaliyete de sahne oluyordu. Bu atmosfer ve ticari faaliyetler kıyamete kadar devam edecektir. Mekke'nin Fethi, İslamiyet’te öylesine derin mana ve hikmetlerle doludur ki, daha sonraki asırlarda yaşamış İslam âlim ve komutanları da çeşitli vesilelerle bu fethi bütün işlerinde ölçü kabul etmişlerdir.
Yılbaşı’na gelince, Hıristiyanların âdeti olan miladi yılbaşını kutlamak Müslüman bir kimse için doğru bir davranış değildir. Miladi yılbaşına itiraz etmemekle birlikte MÜSLÜMAN İÇİN ESAS OLAN MUHARREM AYININ BİRİNCİ GECESİDİR. Muharrem ayı, kameri yılın ilk ayıdır. İlk günü de hicri yılbaşıdır.
Anlaşılacağı üzere, kameri yılda güneşin değil, ayın hareketleri esas alınmaktadır. HİCRÎ TARİH, Hz. Muhammed (S.A.V.)' in Mekke'den Medine'ye göç edişi ile başlar.
Hz. Ömer(R.A.) devrinde, Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği yıl, İslâmî takvimin başlangıç yılı olarak kabul edildi. Yılbaşı gibi başka inançların alameti olan günlere, kutlama maksadıyla katılmak, tebrikleşmek ve hediyeleşmek, hindi almak, ziyafet yapmak caiz görülmemiştir. Bu hareketleri yapmakta ısrar eden ve TEVBE etmemiş bir insanın imanı ciddi bir tehlike altındadır. İnsanların birçoğunun zevk ve eğlenceye düştüğü bir gecede bir Müslüman, dinine yakışır bir tarzda davranmalıdır. Yılbaşı gecesinde Allah’ın razı olmayacağı aşikâr olan davranışlar yerine yeni bir yıla başlayan Müslüman geride bıraktığı bir yılda Allah’ın rızasına uygun olan ve olmayan amellerinin muhasebesini yapmalıdır. HİCRİ YILBAŞINI TEBRİK ETMEK VEYA KUTLAMAKTA İSE DİNEN VE AHLAKEN BİR MAHZUR YOKTUR.
NOEL GÜNÜ veya NOEL BAYRAMI, Hıristiyanlar tarafından Mesih olarak kabul edilen Hz. İsa'nın doğum gününün geleneksel olarak kutlandığı yıllık tatil günüdür. Noel’de, İsa'nın doğum günü kutlamasıyla birlikte çeşitli âdetler de yerine getirilir. Günümüzün Noel kutlamalarında genellikle, Hz. İsa’nın doğumunun canlandırıldığı oyunlar sahnelenir, Noel ağaçları süslenir (özellikle çam ağacı), ışıklı ev, bahçe, cadde süslemeleri yapılır, hediyeler alınır, tebrik kartları verilir ve Noel arifesinde Noel Baba'nın gelişi simgesel olarak canlandırılır. Yaygın Noel temaları, iyi niyet, sevecenlik ve ailenin birlikte zaman geçirmesi olarak sıralanabilir. Hz. İsa’nın gerçek doğum günüyle ilgili çeşitli rivayetler olsa da geleneksel olarak 25 Aralık, NOEL olarak kutlanır.
Noel, Hıristiyanlık ve batı kültürünün dünyada yaygın olmasından dolayı dünya kültürünü oldukça etkilemiştir. Noel kutlamalarının temelinde İsa'nın doğumunu kutlama geleneği yatmaktadır. 31 ARALIK'I 1 OCAK'A BAĞLAYAN GECE yapılan Miladi takvim başlangıcı yılbaşı kutlamaları ile Noel şenlikleri temelde birbirinden farklı olmakla birlikte, tarihlerinin yakınlığı, adet ve gelenekler açısından Hıristiyanlar arasında karışmış vaziyettedir.
BİRÇOK İSLAM ÜLKESİNDE, İNSANLARIN SIRF İMANLARI DOLAYISIYLA KATLEDİLDİĞİ, ÖZELLİKLE BAKİR YER ALTI KAYNAKLARINA SAHİP OLAN MAZLUM HALKLARIN HER TÜRLÜ İNSANLIK DIŞI MUAMELEYE MARUZ BIRAKILDIĞI BİR DÜNYADA YAŞIYORUZ.
Yılbaşı gecesi, Müslümanlar için sıradan bir gecedir, diğer günlerden bir farkı yoktur. Öyleyse, haksızlığın, adaletsizliğin ve zulmün kol gezdiği bir dünyada Müslüman, kimin yılbaşını kutlayacak? Onlar bizim dini veya milli bayramlarımızı yahut mübarek gün ve gecelerimizi biliyor, ya da saygı duyuyorlar mı? Bu körü körüne taklitçilik nereye kadar devam edecek.
Biz, özümüzü yansıtan manevî değerlerimize yabancılık çekerken, Avrupa’nın çürümüş kültürünü taklit etmek de neyin nesi oluyor? Temeli Putperestliğe ve bozulmuş Hıristiyanlığa dayandığı aşikâr olan yılbaşı âdetini tatbik etmek yerine, asırlarca dünyaya medeniyet götürmüş atalarımızın mirasına sahip çıkmamız daha mantıklı bir davranış olacaktır. DÜNYADA BİRÇOK MAZLUM MİLLET, BİZİM YENİDEN AYAĞA KALKACAĞIMIZ GÜNLERİ SABIRSIZLIKLA BEKLİYOR.
Hani anlatılır ya; bir karga kilisenin kırık camından içeriye girmiş, kutsal sudan içmiş, ortalığı dağıtmış, putun üstüne de pislemiş. Papaz içeriye girince çok kızmış ve kargaya, “Müslüman’san niye kutsal şaraptan içtin? Eğer Hıristiyan’san niye putun üstünü pisledin?” demiş.
Hiç kimsenin inancına ipotek koymak gibi bir niyetimiz asla olamaz. Esasen buna kimsenin hakkı da yok. Herkes de istediği gibi inanıp, yaşama hakkına sahiptir.
Ancak, bizim sözümüz Müslüman olduğunu söyleyenleredir. Müslüman’ın rengi nettir, fulü değildir. Dinin yasaklamış olduğu bütün fiil ve davranışlardan uzak durmak ve safını belirlemek zorundadır. TABİR CAİZSE, MÜSLÜMAN’IN BİR AYAĞI KİLİSEDE, BİR AYAĞI CAMİDE OLAMAZ.
O halde, sözü fazla uzatmadan soralım, siz kendinizi hangi tarafa yakın hissediyorsunuz? Geç olmadan safınızı seçin. Mekke’nin Fethinin yıldönümünü tebrik ediyorum.
Yeni yılın, memleket ve milletimiz için hayırlar getirmesi dileğiyle, ALLAH’A EMANET OLUN.
Fikret UÇAR- 24.12.2010
fikrethoca61@hotmail.com
**
Bilindiği gibi her yıl Ülkemizde, 1 Ocak, Mekke’nin Fethinin yıldönümü olarak kutlanmaktadır. Bu münasebetle, Dursun Ali Erzincanlı’nın bu şiirini sizinle paylaşmak istiyorum.
Fikret UÇAR
fikrethoca61@hotmail.com
Her şey bir şiirle başladı, Hz. Peygamberimizin huzurunda okunan bir şiirle…
Kızgın kum fırtınalarından, Âdem vadisinden kopup gelen bir şairle…
Ardında kırk süvari ve alev alev yanan gözlerinde ihanet haberleri.
Bu şair, huzaa kabilesinden Amr bin Salim’di.
En üst perdeden okudu şiirini ve gözlerini kırpmadan dinledi Nebi;
“Kureyş’liler sana verdikleri sözde durmadılar,
Hudeybiye'de seninle yaptıkları misakı bozdular,
Bizi Vetir'de, Kendi yurdumuzda gafil avladılar.
Benim kimseyi yardıma çağırmayacağımı, çağıramayacağımı sandılar."
Dedi ve durdu, Şair ağlıyordu.
Peygambere çevrildi tüm gözler ve o an tutuldu nefesler.
Sahabenin başları yere değiyordu,
Çünkü mübarek alınlarındaki damar belli oluyor, Peygamber celalleniyordu.
"Ey Nebi! Allah'ın kullarını yardıma çağır, içlerinde Allah’ın Resulü de olsun,
Yapılan zulme, öfkesinden renkten renge girsin
Ve büyük bir ordunun başına geçip, denizler gibi köpürerek akıp gelsin."
Şiir bitmişti, Şair de bitmişti.
Gözler hâlâ peygamberdeydi,
Allahın Râsûlü, ridasını toplayıp ayağa kalktı! Ve sahabe de ayağa kalktı.
Şimdi konuşan peygamberdi;
"Eğer kendime yardım ettiğim şeylerle,
Huzaalara yardım etmezsem, ben de yardım görmeyeyim.
Varlığım kudret elinde olan Allah'a andolsun ki,
Kendimi ve ev halkımı koruduğum gibi, bunları da koruyacağım.
Şimdi haber salın yeryüzüne! Allah'a ve Ahiret gününe iman edenler Medine'de toplansın."
Medine dağlarında savaşın ritmi, sokaklarında Peygamber sessizliği… Konuşmuyor nebi
Hane-i saadet'te kılıçlar bileniyor, Hane-i Saadet'te zırhlar temizleniyor
Ve şehirlerin anası gülüyor, Mekke-i Mükerreme uzaktan gülüyor.
Gül ey Mekke! Gün senin günündür, gün senin fetih günündür, gül ki, bu dönüş sanadır.
Baksana, dün bağrından koparılan yiğitler dönüyor sana,
Erak topraklarını savuran rüzgâr dönüyor önce,
Ardından büyük bir birlik; başlarında Halid bin Velid!
Arkadan ey Mekke!
Senin topraklarında yaşarken, Rabbim Allah'tır dedi diye sövülen, işkence gören,
Her tarafı kıpkızıl kurban taşları gibi, kan içinde kalan muhacirler geliyor.
En önde Zübeyr bin Avvâm geliyor, hani sekiz yaşında Müslüman olan,
Hani on beş yaşında senden koparılan
Amcası onu bir hasıra sarmıştı hani
Ateş dumanına tutmuştu, küfre dönsün diye, ama o dönmedi küfre
Ve peygamber yıldızlarından biri olarak, en önde sana dönüyor ey Mekke!
Sonra bir bölük halinde Beni gıfarlar geliyor! Bayrakları Ebu Zer Gıfari'nin elinde…
Şu Müslüman oluşunu Kâbe’de ilan edince, bayılana kadar dövülen Ebu Zer geliyor,
Eslemler geliyor bölük halinde.
Müzeyneler bin kişilik alayla geçerken çölden, tekbir sesleri geliyor göklerden…
Ey Mekke başka kimi bekliyorsun söyle! Hz. Hamza'yı mı? Musab bin Umeyr'i mi?
Onlar, şehitler ordusuyla tebessüm ediyorlar sana
Ve baksana, gözleri ışıl ışıl, sana yaklaşan ve tozu dumana katan, bir alayı seyrediyorlar.
Kapkara bir taşlığı andıran bu alay da kim
Bir hareketlilik semada…
Bunlar ölüme susamış savaş erleri Ensâr! Ve en ortada simsiyah sarığıyla Yâr!
O an Peygamberler ayakta, Melekler ayakta, şehitler ayakta…
Ey Mekke kalkabilirsen sen de kalk
Çünkü gönüllere safâ geliyor, Hazreti Muhammed Mustafa geliyor!
Sekiz yıl geçti aradan, Sen’siz tam sekiz yıl geçti…
Gittiğin gece, uzaktan dönüp Kâbe'ye bakınca;
"Mekke! demiştin, "Sen benim için bütün dünyadan daha değerlisin,
Ama senin insanların beni rahat bırakmıyor" deyip gitmiştin.
Yıldızlar da seninle birlikte gitmişti,
Kapkaranlık geceler kalmıştı ardında.
Mekke öksüz kalmıştı ve Mekke çocukları…
Çocuklar hep Sümeyye'nin toprağa düştüğü yerde oynadı,
Habbâb bin Eret'in ateşe atıldığı yerde oynadı, Hane-i Saadetin üzerinde.
Sevr mağarasından kalma güvercinler bekledi Sen’i.
Kâbe-i Muazzama'da namaz kılışını özleyen Hârem,
Haticetül Kübrâ'nın hatıraları,
O gül kokuna hasret kalan sokaklar bekledi Sen’i.
Şimdi Kasva'dan inmez misin Ya Rasulallah! İnmez misin ki,
Ayaklarından öpsün Mekke toprakları
Ve kaldırmaz mısın başını ki, Nur çehreni seyretsin âlem!
İşte Rasulullah'ın nur yüzü göründü, işte Rasulullah bakıyor,
Başında yemen işi simsiyah bir sarık,
O alnındaki nura kurban olalım.
Rasulullah Kâbe'ye bakıyor ve işaret ediyor Hz. Bilâl'e…
Bilâl, Kâbe-i Muazzamâ'nın üzerinde… Şimdi Bilâli dinlesin yer ve gök…
Dursun Ali Erzincanlı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder