Yeni Zelanda Nerede
!? Yeni Zelanda olayı hala tazeliğini koruyor. Bir müddet daha koruyacağa
benziyor…
Bundan
sonra da birçok araştırmanın ve değerlendirmenin konusu olacaktır. Halihazırda
zaten birçok yorum birikti. Ancak ben farklı bir yorum penceresi açmak
istiyorum.
ÖNCE OLAYI
ÖZETLEYELİM
15
Mart 2019 Cuma günü, Avustralyalı Hristiyan Brenton Tarrant bir grup
arkadaşıyla, Yeni Zelanda Christchurch kentindeki Al Noor ve Linwood Camilerinde
cuma namazı sırasında 50 kişiyi katledip 11’i ağır olmak üzere 50 kişiyi de
yaralamıştı. Linwood Camisinde yapmak istediği katliamı ise yapamamıştı.
Buradan
anlıyoruz ki, planlanan terör saldırısı ile yüzlerce Müslümanın katledilmesi
hedeflenmiştir.
Terörist
Tarrant, eylemden önce yetkililere 74 sayfalık bir manifesto gönderdi ve sosyal
medyadan da paylaştı. Manifesto ile dünyanın diğer ülkelerindeki Müslümanları
tehdit ediyor.
İstanbul'a
yönelik tehditleri de var; “Ayasofya minarelerden kurtulacak ve Konstantinopol
hak edildiği gibi tekrar Hristiyan şehri olacak” diyor.
Ayrıca,
birçok idarecinin öldürülmesi gerektiğini açıkça ifade etmiş. Elbette buna
Cumhurbaşkanı Erdoğan da dâhil.
Sanırım
zaman içerisinde daha birçok detay ortaya çıkacaktır.
Detaylar
olayı netleştirir ama fotoğrafı da değiştirir.
Buradan,
aziz milletimizin dikkatine bir iki konuyu takdim etmek istiyorum.
Bunlar
ilk planda benim dikkatimi çeken konulardır.
Öncelikle
Hristiyan dünyası deyince, bunun bir ve bütün bir yapı olduğunu kabul etmememiz
gerekir. Genellemeci bir yaklaşımdan kaçınmalıyız.
Hristiyan
dünyası Ortodokslar, Katolikler ve Protestanlar olmak üzere üç ana mezhebe
ayrışmıştır. Bundan öte ayrışmaları da binlerce oluşum (mezhepçilik)
doğurmuştur.
Bunların
içerisinden Ortodokslar bu coğrafyada yüzlerce yıl barış içerisinde yaşadığımız
topluluklardır. Savaş süreçlerimiz de olmuştur ancak barış süreçlerimize
nazaran daha azdır.
Katolikler
ve Protestanlar ile ilişkilerimizde ise savaş süreçleri daha hâkim olan
süreçlerdir.
Haçlı
seferleri bu iki grubun (ağırlıkla Katolikler ve Protestanlar) önderliğinde
geliştirilmiş seferlerdir. Hatta bu haçlılar, coğrafyamızdaki Ortodoksları dahi
katletmekten çekinmemişlerdir.
Bu
sebeple Ortodokslar’ın önemli bir kısmı İstanbul’un fethinde ‘kardinal külahı
görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz’ diyebilmiştir.
Ortodoksların
merkezi Patrikhanedir.
Katoliklerin
merkezi Vatikan’dır.
Protestanların
genel geçer bir merkezi henüz yoktur. Ancak Batı Avrupa ve Amerika’da etkin
olduklarından söz edebiliriz.
Şimdi
biz henüz temsili olarak terörist Tarrant’ın bu ayrışmada nereye düştüğünü ve
bu eylemin neye hizmet ettiğini bilmiyoruz.
Ancak
manifestosunda açıkça görülen bir şey var. O da biz Türklerin önüne Ayasofya
Camisi üzerinden Ortodoksların merkezi olan Patrikhane’yi açık hedef olarak
koymasıdır. İstanbul’u, doğu yakası ve batı yakası diye ikiye ayırmasıdır.
Hâlbuki
Ortodokslar ve başındaki Patrik vatandaşımızdır ve her çalışması devletimizin
gözetimi, denetimi ve emaneti altındadır.
Peki şimdi,
Papa’nın
gelip 13 Şubat 2016 tarihinde Patrik ile 962 yıllık meseleyi hallediyoruz
diyerek samimi pozlar vermesini nasıl yorumlayacağız?
Hristiyan
Siyonistlerin ve Katoliklerin bazı olaylarda zaman zaman Ortodoksların adına konuşmasını
nasıl yorumlayacağız?
Örneğin
terörist Tarrant’ın manifestosunun İstanbul kısmı da bu şekilde bir vekâlet
konuşması değil midir?
Bu
arada ABD yönetiminde kilit pozisyonlarda Katoliklerin hâkim olduğu bilinen bir
gerçektir. Evanjelikler de bunun bir parçasıdır.
Görüyorsunuz
işte, detaylar arttıkça şekil değişiyor.
Net
hüküm vermek için henüz erken. Ama çıplak gerçek şu; küresel savaş elitleri,
birlikte yaşadığımız Ortodoksları ezmemizi istiyor.
Bunun
için hassas noktalarımıza baskı uyguluyor.
Bakınız
şimdi dışarıdan bir ses; ‘Ayasofya’da minareleri yıkacağız’ dediği anda,
içeriden bunun ekosunun ‘Zincirler kırılsın Ayasofya açılsın’ olacağını
bilmediklerini mi düşünüyorsunuz!
Peki,
o zaman yapılmak istenen ne olabilir?
Halkı
sokaklara dökerek idarenin eline demokratik bir gerekçe vermek istiyor
olabilirler mi?
Neden
olmasın?
Sonra
da oluşacak veya oluşturulacak tabloyu, 'Bakınız Hristiyan kardeşlerimiz zulüm
altında' diyerek, kendi haçlı seferlerine gerekçe olarak kullanabilirler!
ABD’nin
Kudüs'ü bir Yahudi teokratik devleti olan İsrail’in başkenti olarak kabul
etmesi 2017 Aralık başına denk geliyor. 2014-2017 arasında Vatikan’ın oldukça
yoğun bir gündemi vardı. Papa, bölgede birçok yeri ziyaret etti. Kasım 2014
sonunda da Türkiye'yi.
Haçlı
seferlerinin kurgulayıcısı Vatikan, gelişmeler karşısında neden sessiz kalıyor
olabilir?
Peki,
bu kadar noktadan anlamlı bir polinom geçirebilir miyiz?
Hayır
!
Bize
çok bilgi lazım.
Ya
da? Derin bilgi!
Böyle
bir oyun kurucu akıl için Tarrant, çok kullanışlı bir fanatik beyinsiz. Ama, bu
tip beyinsizler kurguda çok işe yararlar.
Derler
ya, oynayana değil oynatana bak!
Aziz
milletimiz, kim provoke ederse etsin, hüküm vermede acele etmemelidir.
Yeni
Zelanda’da katledilen kardeşlerimiz için tabi ki ağlayacağız, acılarımızı
yaşayacağız ve paylaşacağız. Ama asla taşkınlık yapmayacağız.
Bizler
savaştan korkan bir millet değiliz.
Allah'tan
başka hiçbir şeyden korkmayız.
Ama,
işin iç yüzünü tam olarak çözemediğimiz bir savaşın oyuncağı da olamayız.
Hatta
ve hatta yüzlerce yıl bu coğrafyada birlikte olduğumuz ve emanetimiz altında
yaşayanların dahi bazı ihanet tuzaklarına düşmemesi için çok gayret sarf
etmeliyiz.
Olaylara çok daha
nitelikli bakmak Cenab-ı Allah'ın Nisa Suresi 83. ayetteki şu uyarısı ile bize bir
emirdir:
'Kendilerine
güven veya korku veren bir haber geldiğinde onu yayıyorlar. Halbuki onu
Resûlullah'a ve aralarından yetki sahibi kimselere götürselerdi, içlerinden
haberin mâna ve maksadını çıkarabilenler şüphesiz onu anlarlardı. Size Allah'ın
lutfu ve rahmeti olmasaydı, azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz…'
En
tepeden aşağı, herkesin, bu tavsiyeler doğrultusunda hareket etmesi barışın
yegâne anahtarıdır.
Allah
yâr ve yardımcınız olsun. …Vesselâm
(Prof.
Dr. Mete GÜNDOĞAN)
28.03.2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder